bugün
- icardi1905 silik olsun kampanyası20
- şehirler arası aşk yaşamak9
- hamas bir terör örgütüdür14
- true'nin porno arşivi kaç gb8
- anın görüntüsü14
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler11
- herkes güncel fiyatını yazabilir mi10
- aleyna tilki10
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız17
- sözlük kızından gelin olmaz21
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim22
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın14
- sözlük yazarlarının tatlıları8
- alınan en güzel iltifat14
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- vatandaşlık farkı alan otel21
- cumaya gidenlerin çok azalması10
- bik bik'in balona binmesi34
- en yaşlı özelliğiniz9
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim23
- sabah aç karnına içilen bira13
- bir kadının yemek ısmarlaması14
- ideal duş alma sıklığı14
- futbolcu ismiyle nick almak10
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi15
- icardi190524
- artificialintelligence12
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- suriyeliler suriye'ye dönsün9
- erkeğe ne hediye alınır31
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız17
- uzağı göremeyen insan9
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım18
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
entry'ler (106)
nasıl başlayacağımı bilmiyorum. buraya yazdıklarım okunsun diye değil de okumak için yazıyorum. bu başlık benim için bir günlük, bir günce. sanırım sürekli değişiyorum ve değişimlerin içinde farklı kimliklere savruluyorum. olduğum kişileri unutuyorum. nolan'ın momento'su gibi, kim olduğumu hatırlamam gereken bir hikayem olmalı. dövmelerim, satırlarım olmalı. geçmişte ki beni hatırlamam gerekir. bu yüzden buradayım. bu yazdıklarım duygusal dışavurumlar değil. bu yazdıklarım kendini ararken yorulan, yorgunluğunu ifade etmeye çalışan birinin satırları. bu yazdıklarım bir arkadaşıma değil de, gelecekte ki kendime şimdi ki beni anlatmak. kendime kızmak, "neymişim" diyebilmek, aynı bedende yaşayan farklı bir mentalitenin mazisini yaşatmak, amaç bu evet.
benlik - ideal benlik sıkışması içinde zıt yönlerde çekilen bir kayış gibiyim, iki tarafta da ben, eli ipten aşınmış ve kanlar içinde olan ben. bide zihnimi kuşatan robotlar, ağlayan develer, nebula tasvirleri, samuraylar, doğulu ejderhalar ve onların varlığını sonlandıran katanalar. karmakarışık bir rengin tesirinde, hiç bir köşede ya da uçta duramamış gibi çaresiz hissediyorum. septik olmayı istemesem de, "acabalar" varoluşumu zedeliyor. Kendimi nasıl gerçek kılabileceğimi bilemiyorum. kısasının ne olduğunu da, ne olacağımı bilemediğim gibi bilemiyorum. acı çekmesem de canımı yakan şeyler bilinç altımı un ufak ediyor, hissedebiliyorum. anlama eylemini anlamaya çalışıyorum şu sıralar, neyi bilmediğimi bilmeye çalışıyorum. tüm bu kötü şey beni ağlatmalı -ağlayamıyorum. kendi zihnimin boşluğunda varoluşumda ki yalnızlığı idrak ediyorum. meskalin ve yengeçlerim olmasa da sartre, ebedi yalnızlığını galiba anlıyorum. işin kötü yanı ise bu fikre alışamıyorum.
alışamıyorum.
benlik - ideal benlik sıkışması içinde zıt yönlerde çekilen bir kayış gibiyim, iki tarafta da ben, eli ipten aşınmış ve kanlar içinde olan ben. bide zihnimi kuşatan robotlar, ağlayan develer, nebula tasvirleri, samuraylar, doğulu ejderhalar ve onların varlığını sonlandıran katanalar. karmakarışık bir rengin tesirinde, hiç bir köşede ya da uçta duramamış gibi çaresiz hissediyorum. septik olmayı istemesem de, "acabalar" varoluşumu zedeliyor. Kendimi nasıl gerçek kılabileceğimi bilemiyorum. kısasının ne olduğunu da, ne olacağımı bilemediğim gibi bilemiyorum. acı çekmesem de canımı yakan şeyler bilinç altımı un ufak ediyor, hissedebiliyorum. anlama eylemini anlamaya çalışıyorum şu sıralar, neyi bilmediğimi bilmeye çalışıyorum. tüm bu kötü şey beni ağlatmalı -ağlayamıyorum. kendi zihnimin boşluğunda varoluşumda ki yalnızlığı idrak ediyorum. meskalin ve yengeçlerim olmasa da sartre, ebedi yalnızlığını galiba anlıyorum. işin kötü yanı ise bu fikre alışamıyorum.
alışamıyorum.
aslında korumuyorum. bunun varlığının farkında olmamak en iyisi sanırım. "akıl sağlımı korumam gerek" fikrinin. nitekim, olmasını istemediğin bir şeyden kaçman gerekir. kaçarken de değişmen. ama bilirsin işte... farkında değilsen kaçmana da gerek kalmaz. korkuların da, nehirde taşların arasından su nasıl akıyorsa, öyle yanından akıp gider.
Vor í Vaglaskógi şarkısı ile kendimi bulunduğum coğrafyadan çok daha kuzeye, çok daha batıya sürükleyen, enfes yetenekli soliste sahip izlandalı grup.
sabah 09.05'de klimatoloji.
Patrick Süskind, Das Parfume. Güzelliğin odak algısının gözle olmasına bir başkaldırı olan ve duyu organlarından "koku" yu işleyen süskind'in bu eseri altında ağır bir felsefi tartışma barındırıyor. okuduğum en lezzetli kitaplardan. farklı bir perspektif kazandırmıyor değil.
Bir youtuber, çocuk fan kitlesi geniştir. son zamanlarda diss atarak trendlerden aşağı inmemektedir, gereksizdir.
yağ oranı yüksek kişiler için kullanılan sıfat.
Hislerin kalibrasyonu olsa daha doğduğumuz ilk günden beri bozuk olduğumuz gerçeğini belki biraz değiştirebilirdik. Heycanımızın, sevgimizin ve hatta mutsuzluğun hassasiyetini bir makinenin sağa ve sola dönen çarkı gibi ayarlayabilseydik gerçekten 21. Yüz yılın "makine insan" unvanına layık olabilirdik. işin en çetrefilli ve karmaşık yanı da burada başlıyor. Bir insanı yıllarca tanısan bile bir robot kadar hissizleşebileceğini kestiremiyorsun. Ve etten bedenin, demirden mekanik bir kalbe dayanamıyor. Her bıçak senin etini keserken, o demirde küçük çizikler bırakıyor. Aynı acıyı paylaşmış, söz gelimi yoldaş olmuş oluyorsunuz. Çabalamadan dik duran surete, titrek bacaklarla sırtını doğrultup gülümseyebiliyorsun. Kronik yalnızlık hissi de burada başlıyor. Kafanda ki meclis onun başka, midende ki kelebekler onun başka bir insan olduğunun münazarasına duruyorlar. Daha tek kişiyken bu denli gürültü yapmak, belki beyninde ki nöronları yaşlandırıyor. Kafana giren migren belki bir nebze psikolojik acını, fiziksel acı ile unutmanı sağlıyor. Kötünün iyisi için seviniyorsun belki de. Hal böyle olunca başka bir insana, başka bir şehre, başka bir bedene kaçmak istiyor insan. Kaçtıkça da fark ediyor insan; insan, kendi ayaklarından kaçamıyor. Bir kafes oluyor kilometrekareler. Yalnızlığın gürültüsü ağrıtıyor başını... Oysa gerçekten hislerin kalibrasyonu olsa bu satırlarda kendimi arıyor olur muydum? Tanrım üzgünüm ama 7 milyar insan bozuk. Muhteşem değiliz. iyi bile değiliz. Hatta becereksiziz. Ne üzülmeyi becerebiliyoruz, ne sevmeyi... Hatta ölmeyi bile beceremiyoruz.
itiraf ediyorum sözlük, günün ortasından başladım güne, saat öğlen 3'te. Ve mis gibi kuş sesleri ile değil kavga ve hakaret sesleri ile uyandım. Günaydın.
itiraf ediyorum sözlük, günün ortasından başladım güne, saat öğlen 3'te. Ve mis gibi kuş sesleri ile değil kavga ve hakaret sesleri ile uyandım. Günaydın.
Merhaba kendimi aynı hislerin eşiğinde bulan ben. Merhaba hislere bile madde gözü ile bakan, insanlığı ölmüş ayna ki suretim. Ve merhaba saçmalıklarımın alengirli cümlelerinden bir anlam çıkarmaya çalışan sevgili okuyucu.
Yaşıyoruz işte deyip bitirmek isterdim. Ancak süregelen bu anlamsızlığın ve arayışın cevabının, bu olduğuna dair inancım o kadar da güçlü değil. Bilimin bize öğrettiği organizmanın yaşamsal faaliyetlerine devam etmesinden bahsediyorsak, evet yaşıyoruz. Peki bilimin atası felsefe “neden?” sorusunu sorunca “yaşadığımız kanısı” ne kadar bizi tatmin ediyor? Her gün yaşadığı sanan insanlarla karşılaşıyorum. Bir makinenin dişlisi gibi sistemin parçası haline getirilmiş insanlar. Ve varoluşunu o dişlide ki işlevi ile kanıtlamaya çalışanlar… Kiminin çarkı çok büyük, kiminin küçük. Ama hepsi yapılması gerekeni yapmaya çalışıyor. Ve kuralsızlığa kural getiren bizler hep varolan enerji gibi bir maddesel yaklaşım da bulunuyoruz. “Hep vardı.” Sevgi de, ihtiras da. iyilikte kötülükte “Hep vardı.”… Ve tiyatral oyunumuz, “yaşam” ‘da koyduğumuz kurallara göre rol arayışına geçişimiz… Sahte olan sonsuz mutluluk için, sonlu zamanımızı harcar olduk. Varoluşumuzun ilk gününden beri, bu böyleydi. Ve muhtemelen insanlığın son gününe dek de böyle devam edecek gibi. Peki ne içi yaşıyoruz? -Tiyatronun dışında ki senin, varoluşunda ki anlamı ne?
Yaşıyoruz işte deyip bitirmek isterdim. Ancak süregelen bu anlamsızlığın ve arayışın cevabının, bu olduğuna dair inancım o kadar da güçlü değil. Bilimin bize öğrettiği organizmanın yaşamsal faaliyetlerine devam etmesinden bahsediyorsak, evet yaşıyoruz. Peki bilimin atası felsefe “neden?” sorusunu sorunca “yaşadığımız kanısı” ne kadar bizi tatmin ediyor? Her gün yaşadığı sanan insanlarla karşılaşıyorum. Bir makinenin dişlisi gibi sistemin parçası haline getirilmiş insanlar. Ve varoluşunu o dişlide ki işlevi ile kanıtlamaya çalışanlar… Kiminin çarkı çok büyük, kiminin küçük. Ama hepsi yapılması gerekeni yapmaya çalışıyor. Ve kuralsızlığa kural getiren bizler hep varolan enerji gibi bir maddesel yaklaşım da bulunuyoruz. “Hep vardı.” Sevgi de, ihtiras da. iyilikte kötülükte “Hep vardı.”… Ve tiyatral oyunumuz, “yaşam” ‘da koyduğumuz kurallara göre rol arayışına geçişimiz… Sahte olan sonsuz mutluluk için, sonlu zamanımızı harcar olduk. Varoluşumuzun ilk gününden beri, bu böyleydi. Ve muhtemelen insanlığın son gününe dek de böyle devam edecek gibi. Peki ne içi yaşıyoruz? -Tiyatronun dışında ki senin, varoluşunda ki anlamı ne?
5 kuruşun varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken monoton hayatımızı çıkmazlara sürükleyen dramlardır. Öyle ki 5 kuruşun hiç bir anlamı olmadığını bilmemize rağmen hala darphanelerin basmaya devam ettiği madeni paradır.
Mesela bir alışverişe gittiniz, en sevdiğiniz püskevitinizi, çikolatanızı ne varsa aldınız. Ve çıkan fiyat 9.95 Sizde usulca cebinizden 10 TL çıkarttınız. Eğer 5 kuruşu beklerseniz "Aça bak 5 kuruşu bekliyor kodumun züğürdü." olursunuz. Eğer almadan giderseniz "Artiste bak, üstünü almadan gidiyor." olursunuz. Öyle ki bu drama şahit olan nice vatandaşımız, bu psikososyal baskıyı görmüş ve yutmuştur. Yazıktır.
Mesela bir alışverişe gittiniz, en sevdiğiniz püskevitinizi, çikolatanızı ne varsa aldınız. Ve çıkan fiyat 9.95 Sizde usulca cebinizden 10 TL çıkarttınız. Eğer 5 kuruşu beklerseniz "Aça bak 5 kuruşu bekliyor kodumun züğürdü." olursunuz. Eğer almadan giderseniz "Artiste bak, üstünü almadan gidiyor." olursunuz. Öyle ki bu drama şahit olan nice vatandaşımız, bu psikososyal baskıyı görmüş ve yutmuştur. Yazıktır.
pek kimse bilmese de tınısı ile ruhu bozkırlardan ovalara süren bir melodi,
illüzyon gibi,
"vali-sorg"
illüzyon gibi,
"vali-sorg"
Yalnızlık. Önceleri yalnızlığı ezelden beri tanıdığım bir arkadaşım zannederdim. Çevremdeki insanlara rağmen bu denli yalnız hissetmemi, onunla olan yakınlığıma yorardım. Uzun bir zaman o his, benimle yiyip içti, gezdi, uyudu, nefes aldı. Bir gün ben, aynaya baktım. Aynadaki yansımam o kadar farklıydı ki... Gözlerimi sarmalamış mor halkalar, başımın üzerinde kukla gibi duran, dökülmekten solmuş saçlar, titrek dudaklarım, kireç tutmuş yüzüm... Ve ben o an anladım ki, yalnızlık benim dostum falan değildi. Yalnızlık bendim. Her gün yanımda, benimle birlikte zannettiğim o lanet, hücrelerimin içinde geziniyordu. Beni ben yapıyordu o yalnızlık.
Ben, yalnız değildim.
Ben, yalnızlığın ta kendisiydim.
Ben, yalnız değildim.
Ben, yalnızlığın ta kendisiydim.
Sana uzun bir şey yazardım ya? değmezsin. çünkü sende herkes gibisin. -tıpkı ben gibi-
aslında biliyor musun gözlerine ay düşmüş kız, asıl sorun insanın kendini özel hissetmesinde ve farklı olduğunu düşünmesinde başlıyor. hepimiz aynı boktan geldik ve aynı boka doğru gidiyoruz. benim sana dokunuşum, bedeninden öte ruhunda olacak gibi olacak mesela. öyle sanacaksın, -sanacağız. ama sonuna gelince yine yaptığımız en güzel şeyin "kendimizi kandırmak" olduğunun farkına varacağız. orada bir yerdesin işte. kaderin cilvesini bekliyoruz karşı karşıya gelebilmek için. gelsen de gelmesen de sana bir şiir yazdım, görsen de görmesen de,
gözlerinde ki kor mehtabımsa benim,
bulmasınlar ilaç, bulmasınlar hekim.
yaz mehtabını bekleyen bozkır gibi,
bende gözlerinde ölmeyi beklerim.
saçlarına gece mi düşmüş senin?
karanlık süzülüyor yine doludizgin...
gece karanlığı senden çalmış, çünkü;
yıldızlar bile olmuş kulun, köpeğin...
aslında biliyor musun gözlerine ay düşmüş kız, asıl sorun insanın kendini özel hissetmesinde ve farklı olduğunu düşünmesinde başlıyor. hepimiz aynı boktan geldik ve aynı boka doğru gidiyoruz. benim sana dokunuşum, bedeninden öte ruhunda olacak gibi olacak mesela. öyle sanacaksın, -sanacağız. ama sonuna gelince yine yaptığımız en güzel şeyin "kendimizi kandırmak" olduğunun farkına varacağız. orada bir yerdesin işte. kaderin cilvesini bekliyoruz karşı karşıya gelebilmek için. gelsen de gelmesen de sana bir şiir yazdım, görsen de görmesen de,
gözlerinde ki kor mehtabımsa benim,
bulmasınlar ilaç, bulmasınlar hekim.
yaz mehtabını bekleyen bozkır gibi,
bende gözlerinde ölmeyi beklerim.
saçlarına gece mi düşmüş senin?
karanlık süzülüyor yine doludizgin...
gece karanlığı senden çalmış, çünkü;
yıldızlar bile olmuş kulun, köpeğin...
"bilmiyorum"
memiş derlerdi, soy ismim memiş olduğu için. bide espri yaparlardı "**** memiş kuruyemiş." ahaha ne de komiksin liseli...
eşeğe ters binmekle, gerçekten eşeğe binmek arasında ki farkı algılayamamış, kürt milliyetçiliğini savunan şahsın yapmış olduğu sav.
Tony Martin isimli Alman bisikletçinin lakabıdır. Zırhlı araba anlamına gelir, bir Almana yakışır niteliktedir, evet.
"hede" gibi saçma bir sözcüğü öğretmiştir. Öyle ki sıkıştığınız her nitelendirme durumunda "hede" diye ekleyerek geçişizasyon yapabilirsiniz.